27 Eyl 2016

BİR CAHİLİN ANATOMİSİ

Bu yazıyı yazmaya karar verirken çok düşündüm. İnsanları yargılamak elbette bana düşmez, Allah bile kulunu bu dünya üzerinde yargılamadıktan sonra benim yargılamam oldukça komik bir durum olur. Sadece gözlemlediğim şeyleri dile getirebilirim o kadar.

Kimdir şu gözlemlediğim cahil insan toplulukları? Cehaleti lütfen eğitim düzeyiyle karıştırmayalım. Öyle okuma-yazması olmadığı halde on numara olan insanlar gördüm. Yeri geldi bu insanlarla hayatımı paylaştım. Benim anlatmak istediğim bazen ne acılar çektiğini bilmeden gereksiz yere konuşan, aynı şey başlarına geldi mi bir anda sus pus olan. Aslına bakılırsa cahil olan insanı kandırmak çok kolaydır. Onların alt beyinlerine istediğin gibi istediğin şekilde her şeyi nefret tohumları rahatlıkla empoze edebilirsiniz. Cahil insanların içleri de dışları da boştur. İstediğin yere savurmak istersen istediğin yere savrulurlar bir anda. Masa tenisindeki pinpon topu gibidirler. Bir oraya bir buraya gider gelirler. Kalpleri katran karasıdır, beyinleri bulanıktır. Yüzlerinde karanlık ve anlamsız bir yüz ifadeleri bulunmaktadır. Geçmişleri ve gelecekleri karanlıktır. Onların gönül konakları karanlık şatolarıdır. Anlamazlar, dinlemezler her şeyi yüzeysel olarak kavrarlar. Çok iyi dolduruşa gelir işini gücünü kavgayla yürütürler. Başkasının asla iyiliğini istemez. Başına bir şey gelince zevkten dört köşe olurlar, yargılarlar ve yalan konuşmaktan hiç çekinmezler.

Bir anatomiyi noktalamadan önce şunları yazmak istiyorum! Okuyan ve okumayan cahiller hayatı yaptıklarınızla kaçırıyorsunuz. Tabularınız var, soluk almaktan güçlük çekiyorsunuz. Aslında sizler hayatı hep ıskalıyorsunuz...

Sevgilerimle...

26 Mar 2012

Aslında "Ney" Aşktır

Su kamışından yapılan üflediğinizde sizi farklı alemlere alıp götüren bir müzik aleti olmasına karşın. Ney, başlı başına emek isteyen bir müzik aletidir. Sabır gerektirir aman demeden saatlerce neyden ses çıkartmak için üflemek gerekir. Hatta bazen ellerin tutulur, dudakların yara olur. Kan ter içinde kalırsın, bu kadar zahmet çektikten sonra ney'i üflemeyi becermenin bedeli paha biçilemez. Huzur bulursun, unuttuğun bazı değerleri hatırlarsın. Kısacası can bulursun. Ney'le dostluğumuz kısa süre önce başladı. Bitecek gibi de değil! Elinize ney'i aldığınızda  ona üfleyerek can vermenin mutluluğu anlatılmaz yaşanır. Hayatım boyunca beni hep mutlu edecek hobilerle uğraştım. Ama bu öyle böyle değil. Hele bir hobiyle uğraşıyorsanız ve de ruhsal doyuma ulaşmak istiyorsanız bunu gerçekten tüm benliğinizle yapacağınız hobilerle uğraşmak insanı daha güçlü kılıyor. Artık canınızdan bir parça olmuştur. Her yere onu beraberinizde götürürsünüz. Yağmur demeden çamur demeden. Aslında ney aşktır. Aşıkla maşuk gibi olacaksın ki kendini naza çekmesin, ilginiz bir kere kesildi mi? Küser, saatlerce elinize alıp çalışsanız bile sesini çıkarmaz hüzünlenir. Notalar dökülmez, öylece kabuğuna çekilir. Tekrar barışmak için bin dereden su getirir. Ney'i üflemenin mutluluğunu ancak o duyguyu tadarak anlaşılır. Aşık'la maşuk'un hikayesi böylelikle devam eder gider... 

29 Ağu 2011

Değişim

Değişim sözü geçtiğinde çoğu insana korkutucu gelir. Değişim veyahut değişmek sancılı bir süreçtir. Bünye, kolay kolay adapte olamaz yeniye kısaca alışkanlıkların yerini başka alışkanlıklar almasına. Hayat, değişimle dengesini arar bulamaz. Değişim, eskinin bitişi yeninin başlangıcıdır. Yeniye alışmak zorunda olduğumuzu bile bile değişime karşı çıkarız. Bazen bu öyle hal alır ki! İnada kadar vardırırız bu olayı. Sevdiğimiz evden taşınıp başka bilmediğimiz semtteki yeni evimize yerleştiğimizde eskiye özlem duyarız. Artık yabancılar arasında yabancılaşmışızdır. Yeni komşumuzu ya tanırız ya da tanıyamayız. Ve tanımamız bir hayli zamanımızı alır. Büyük umutlarla evlenip, bir ömür boyu sürecek olan diye düşündüğümüz, tıkanma noktasına gelince de ilk solukta boşanıp, delice sevdiğimiz kadının/erkeğin elinde bavulunu alıp kapıdan çıkışını öylece izleriz. Kopan fırtınalar, yanan yürekler, dil işlevini yitirir, tutulur kalır. Değişimdir işte canın yana yana  kabullenmektir yaşamı. Lakin, bunca değişime rağmen ayak uydurmak zorunda kalırız sadece. Özleriz gidenin kokusunu, sıcaklığını, evdeki varlığını. Ya da yeni başlayacak olan işimizi, neden yadırgarız? Bir gün işe gittiğinizde o kişiyi unutmuşsunuz bile aklınızın ucundan bile geçmiyordur. Değişim, hayatımızdaki yerini bulmuştur. Tanıyacağımız yeni yüzlerle, hiç tanımadığımız semtlerin sokaklarında yabancı gezmeyiz artık. Değişim görevini tamamlamıştır. Bir sonraki eskinin kapanması yenin başlaması gerektiğinde kollarını sıvayacak güne kadar çekilir köşesine. Aslında bu olay tam da hayatımızı nasıl terbiye ettiğiyle ilgilidir.  Biz insanlar ne kadar doğası gereği bu olaya karşı çıksak bile. Değişim, acının son bulması mutluluğun başlangıcıdır. Kazanılan deneyimlerle, daha güçlü yanımızdır, yarınlarımızdır. Hayatımızda, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacak oluşudur. Bir deyim vardır, gelen gideni aratır diye. Hiç alakası yoktur aslında. Çizmiş olduğumuz yolda bizi bizden başkası mutlu edemez. Bir sırt çantası hayal edin; ve oraya eski ve eski alışkanlıklarınızı koyun. Ne kadarda ağırlaştı. Neredeyse yere düşeceksiniz. İşte bu arada değişim sizi bu ağır yükten kurtarıp yeni ve yeni alışkanlıklarla yol haritanızı çiziyor oluşudur. Hayatınızdaki ağırlıkları hafiflediğini, belli bir süre sonra anlıyorsunuz. Sonucuna razı gelen bir yaşamda hala yeniye niye ayak uyduramıyorsunuz, yadırgamakla, yargılamakla zaman kaybediyorsunuz? Her şey ama her şey akışındayken güzel. Sevgilerimle, Medusa (Ayln)...

30 Tem 2011

Azmin Zaferi

Başlangıç olarak, geçen sene açmış olduğum bu blogu 1000 kişi ziyaret etmiş, bundan duymuş olduğum mutluluğu paylaşmak istiyorum. Bu blogu tıklayanlara ve okuyanlara milyonlarca kez teşekkür ediyorum. Blogu açma sebeplerimden biri hayattan panoramalar olacaktı bir diğeri de yazı yazmayı çok sevmemden kaynaklanıyordu. Sanırım bunları başarıyla yapmışım. Çevremdeki insanlardan almış olduğum yorumlarla bunu kanıtlamış oldum. Deneme tarzında yazsam bile ilerde bu yönümü geliştireceğime gönülden inanıyorum. İşte bunu planlamak ve hayata geçirmek azmin zaferiydi en azından benim açımdan. Yazı yazmak bir sanattır hele bunları duygularınla harmanlayınca ortaya elle tutulur gözle görülür şeyler geçince o sizin göz ağrınız oluyor. Aslına bakarsanız, herkesin yaşamında engellerle örülen duvarlar var. Sonrasında savaşarak azmin zaferini verenler çoktur şu hayatta. İşte o kişiler, verilen hayatın ne kadar değerli oluşunu; her alınan nefesten sonra teşekkür etmesini bilen, kısacası kendi hayatlarının mimarlarıdır. Hayatımızda gönülden isteyince yapamayacağımız hiçbir şey yok. Bunu yeter ki gönülden istemek ve dilemektir. Siz de kendi azminizin zaferini altın harflerle yazdırın. Dileyin, dileyin, dileyin. İsteyin, isteyin, isteyin. Hayat ve insanlar size karşı olduğu zaman bile azminizi bırakırsanız, zırhınız düşer ve bir daha eskisi gibi olmayacak bir yaşantının akışında bulursunuz kendinizi. En olmayacak durumlarda içinizdeki sesin yani rehberin size göstermiş olduğu yolda ilerleyince aydınlık bir yolun sizi beklediğinizi unutmayın. Her şey sizinle başlar, sizinle biter. Güç sizsiniz. Çare de sizsiniz bu durumda. Ayakta durup fırtınalara karşı durup savaşmakta sizin için. Hayatın bazen düşmanınız olduğunu zannedersiniz. Halbuki, hayat sizin en sadık dostunuzdur. Her zorluktan sonra size cenneti bahşettiği için. Sürekli olarak, Kurtuluş savaşından örnekler veriyorum. Çünkü, dünya üzerinde verilebilecek en güzel örneklerden biri olduğu için. Yoktan varolan bir vatanı bize bu ulus verdi. Azimlerinin zaferleriyle, gözüpek ve cesur insanlardı. Kısıtlı sayıda asker, kısıtlı sayıda mühimmat, kısacası her şey kısıtlıydı. Bunca kısıtlanmadan ve zorluk dolu günlerden sonra ferah dolu günler geldi. Bu vatanı kendilerinden sonra gelen nesillere hediye ettiler. Hangi amaç için savaştıklarını iyi biliyorlardı. Bu amaç için hiç çekinmeden ölümü göze alan takdire şayan bir ulus. Bu ulusun torunları olarak, şartlar ne kadar zor olursa olsun. En aşılmayacak durumlardan bile alınlarının akıyla çıkmasını bilenlerdeniz. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asilikte ve güçlükte var. Aşılmayacak hiçbir engel, yapılmayacak hiçbir iş yok. Bunu kafamıza koyalım ve yapmak için elimizden geleni sonuna kadar yapıp şartları zorlamak mühim olan... Ve ne olursa olsun hayatı sevelim... ;) Sevgilerimle... Medusa....

13 Haz 2011

Eski Bir Tapınak Yazıtı Üzerine...

      Bugünkü yazımı eski bir tapınak yazıtını irdeleyerek yazmayı planladım. Umarım, yazımın sonunu da başarılı bulursunuz. Elbette, herkes birbirinin fikriyle uyuşmayabilir. Düşüncelerimi iyice beyan edebilirim. Dolu dolu bir yazı çıkar. 


      Yazıtı okumayı, defalarca okumayı hatta ezberleyecek şekilde bilinçaltıma yerleştirmişim ki! Günlük koşuşturmaca da kısa bir soluk alma da elim hemen kütüphanemdeki benim kıymetli eski bir tapınak yazıtına gider. Veya vicdan muhasebesi yapmaya karar verdiğim de. Başucumdadır hep. Yanlışlarımda ve doğrularımda benim hep yanımdadır. Garip bir durum değil mi? M. Ö 9. yy'da yazılmış olmasına rağmen. İnsanlık adına insanlığın ilerlediği bu zor hengame de bize ne büyük bir miras bırakmışlar. Ne kadar çok kıymet bilmişiz bu değerli mirası ki! Sürekli olarak, kaosun içinde yaşamaktayız. Onların zamanlarında yapılan yanlışları yapmayalım. Yaşadığımız dünya, insani ilişkiler, insanlık adına yapına herşey de bir adımda önde olalım derken. Kirlenen ve kirletilen dünyada kaçımız temiz kaldık? Onu da Allah bilir. Halbuki uzlaşmacı olmamız gerekirken. Birbirimize saygı duymamız gerekirken, fakir-zengin ayırt etmeden, okuma yazması olmayan bir insandan hayat dersi alabilirken, nice üniversiteler bitirmiş ama insanlıktan nasibini almamış bu insanlardan öğretileri alamadıktan sonra. Burada demek ki! Okuryazarlığın önemli olmadığı insana insanca önem verilmedikten sonra okumanın boş olduğunu... En ufacık bir deneyimle, kendimizi ne kadar çok geliştirdiğimizi. Sınıfsal ayrımları, hemen büyük bir zevkle yakıştırıyoruz. Etiketlenen hayatlar. Hele insanları ne acılar çektiğini düşünmeden yargılamamıza gelelim? İçlerinde ne fırtınalar kopuyordur ya da yapmış olduğu bir hatanın bedelini öderken. Üzüntü de karşı tarafın acısına sevinen insanlar olduk! Sevincinde de üzülen. Yok, yok çoktan yozlaşmışız. Menfaate dayanan, yalan dolan ilişkileri yaşıyoruz. Bu zamanda yaşanılan aşklarda ise; günübirlik ilişkiler, canım cicim dedikten sonra en yakın arkadaşımızın kollarında buluyoruz sevdiğimizi. Bu nasıl sevgi anlayışı? Zamanında birbirleri için ölen insanlar varken, bu zamandaki ilişkiler sabun köpüğü. Maalesef, artık dürüst bir şekilde yaşamıyoruz. Bu her alanda böyle. Kazanmanın cezbediciliği, kaybetmenin acısından sonra gözümüzü hırs bürümesi sayesinde arkamızda mağdur ettiğimiz insanlara ne demeli? Bir anlık mutluluk için geride bırakılan hayatlar. Sürekli olarak kazanmaya odaklı yaşadıktan sonra, bizliğimizi unutuyoruz. 


     Yazımı şu paragrafla bitirmek istiyorum. Eski bir tapınak yazıtının son paragrafıyla:Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol. Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır. XENTIUS M.Ö.IX.YY. (Teşekkürler, Xentıus. Başucu öğretime teşekkürler.) Sevgilerimle, Medusa.

17 May 2011

Bugün Kendiniz İçin Ne Yaptınız?


Kaçınız bugün ayna bakıp; çok güzel bir güne başlıyorum. Ve her şey harika olacak diye olumlama yaptınız? Ya da işe giderken, bilinen güzergahı değiştirip başka sokakları keşfettiniz? Peki, okula bir durak kala inip, yeni yüzünü gösteren baharı kaçınız içinize çektiniz? Yani, bugün kendiniz için ne yaptınız?


Hayat gittikçe monotonlaşıyor, bizlerde gittikçe robotlaşıyoruz. Öyle ki, duygularımız öldü. Tekrarlanan hayatları oynuyoruz. Oynamaktan sıkılan, çocuklar gibi... Durum gittikçe kötüleşip, doktor doktor dolaşıp. Antidepresanların arkasına sığınıyoruz. Kabul edelim insanlık, nefes alıp vermek bile zor geliyor değil mi? Çünkü, bir zamanlar küçük şeylerden mutlu olan insanlık. Şimdi dünyaların önümüze serilmesini istiyoruz. Rabbena rabbena, hep bana hep bana. Açgözlülükten olsa gerek. Oysa sizin yerinizde olmak isteyen milyarlarca insan varken! Durun ve düşünün! Nereye gidiyorsunuz? Ne amaç için yaşıyorsunuz? Sadece hayatınızı olumsuzluklar zincirinin bir halkası olarak mı görmek istiyorsunuz? Bir silkelenip bana ne oluyor? Hayatımı tekrar düzeltmek istiyorum diyemiyorsunuz? Bunları yapacak kadar acizleşti mi insanoğlu? Halbuki, mucizenin kendisidir insanoğlu. Daha bugün tv'de haberlerde izledim. Görme engelliler haklarını ararken. Siz sağlıklı olduğunuz halde herhangi bir engeliniz olmadığı için neden engellerinizi kaldıramıyorsunuz? Asıl sağlıklı olan insanlar olarak hepimiz birer engelliyiz. Duvarlarımız var, kabuklarımuz var, tabularımız var da var! Bir süre sonra baktığınızda, bakmışsınız ki! Hayatın çoğunu kaçırıp gitmişiz. Başta kendinizi sevmeyerek, değer vermeyerek başlıyoruz hayata. Ya da sevaplarınızla günahlarınızla kendimizi kabul etmediğimize ne demeli? Sımsıkı kendinize sarılmanın güzelliğini yaşayamadık diyelim. Sabahları, balkondaki serçe kuşlarının ötüşmeleriyle uyanmanın mutluluğunu. Ayna karşına geçtiğinizde, elemli bir durumda bile gülümsemeyle "günaydın" dediğinizi. Hatalarınızla veyahut doğrularınızla kabul ederek kendinize sıkıca sarıldığınızı. Evde yankılanan, aile bireylerinizin seslerini duyduğunuz için milyonlarca şükrettiğinizi. Küçük şeylerden, büyük sevinçler yaşamayı.

Bunları yapan bir nesilden geliyoruz. Kurtuluş savaşı sırasında yiyecek çok şeyleri olmazken, tek ekmeğini komşusuyla paylaşan mutlu insanların anılarını dinlediğim oldu. Çanakkale'de gazi olup aylık bağlandığında bu parayı alamam, benim durumum iyi, maddi durumu kötü olan insanlara verin diye anlatılan anılara da tanık oldum. Şimdi soruyorum, bir anlık bile olsa kendinizi mutlu etmek adına ne yaptınız? Sevgilerimle... Medusa(Ayln)

27 Nis 2011

Kazananlar Ve Kaybedenler


Dünya, iki değer olgusu üzerine kurulmuş; kazananlar ve kaybedenler diye. Şansın yüzümüze güldüğümüzü sandığımızda kazananlar tarafında yerimizi alıyoruz diğer insanların acıları, dertleri nelermiş diye düşünmeden, burun kıvırıyoruz. Şanssızlığımızda ise kaybedenler kulübünde yerimizin ayrıldığını düşünüp, yenilginin akışına kapılıp, hayata karşı savaşımıza bir son veriyoruz. Elbette, her zaman kazanacağız diye bir kaide yok şu hayatta. Akıllı taktiklerle yolumuza devam etmeyi unutuyoruz bir an. Düştüğümüz yerden tekrar ayağa kalkmayı öğrendiğimizdeyse herşeye gülüp geçmeyi, aslında kaybettiğimiz şeyler de kazançlı çıktığımızı, her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde bir kötülük olduğunu öğreniyoruz. Kaybetmek, bazen kazançlı çıkmaktan katbekat daha iyidir. İnsanı olgunlaştırır, acılara karşı dirayet sağlar. İnsana iyi gelir. İnsan olduğunu, etten ve kemikten yaratıldığını anlıyor insan. Çinlilere ait eski bir tapınak yazıtında şöyle bir söz vardı:" Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlûp olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür." Son zamanlarda yaşadıklarıma baktığımda kaybettiğim şeyler, aslında benim en büyük kazançlarımmış onu anladım. Kazanmak, belki egomuzu tatmin ederken, kaybetmek en kazançlı mevzu. Mevlana'nın bir deyişi de beni baya etkiler. Hamdım, yandım, piştim. Kaybettiklerimizden dolayı yanıyoruz kor bir ateş gibi. Ne mutlu ki! Pişen insana... Bu dünyada her bir kazanan her bir kayıp'a, her bir kayıp her bir kazanca eşdeğer demekmiş... Medusa(Ayln)